23 Ocak 2009 Cuma

Öğrenci Milletinin Korkulu Rüyası Karneler

Bugün bazı öğrencilerin sevinçlerine, bazılarının da sahtekarlıklarına şahit olduk. Bugün Fatma ile birlikte yürürken birden önümüzü bir grup liseli öğrenci kesti. Henüz ne olup, bitiğini anlamadan karnelerini elimize verdiler. Kızlardan biri Fatma’ya ‘annem olsan bunu anlar mıydın diye sordu?’ Fatma şaşkınlık içerisinde neyi anlaması gerektiğini anlamaya çalışıyordu. Meğer bu grubun hepsi karneleri üzerinde oynama yapmışlar. Karnelerin düzeltilmiş halleri bile oldukça vahimdi. Fatma’nın yok anlaşılmıyor demesi ile rahatladı çocuklar. Biz bir yandan tavsiye vermeye başladık. En azından derslere biraz ilgi gösterinde, bari bu sıfırlar olmasın dedik. Derken çocuklar bir yandan ailelerinden, bir yandan da hocalarından dert yanıyorlardı. Yaptığınız yanlış dediğimizde ‘ama abla notları değiştirmezsem eve giremem.’ cevabını aldık:) sonra içlerinden birisi siz okuyor musunuz? diye sordu ve bizden özel ders vermemizi istedi. Fatma helpful olmasından dolayı çok yardımcı olmak istedi:). Ama ben Kartalda olduğumuzu ve sürekli buraya gelip gidemeyeceğini söyleyerek Fatma’nın tüm hevesini kırdım. Nedense Fatma çocukları çok sevdi ’serseri şirinler’diye hitap ediyor onlara:). Bende nedense bu yıl paranoyak oldum. Bu yüzden kimseye güvenemiyorum:(. Herkese şüpheli yaklaşıyorum:( bu çocuklarda da sürekli art niyet aradım ve bu yüzden Fatma ile zıtlaştık biraz. Bir karne insanları ne hale getiriyor değil mi? Bu gibi durumlarda çocuklar ile diyaloglarımıza çok dikkat etmeliyiz, onların psikolojilerini çok iyi anlayıp ona göre hareket etmeliyiz.

22 Ocak 2009 Perşembe

Rachel Corrie

Henüz 23 yaşında ve canını hiç tanımadığı insanlar için veren bir genç kız dı Rachel Corrie.
''Acaba hangimiz onun kadar cesur olabiliriz?'' diye düşünmeden edemiyor insan onu tanıyınca. Dünyanın bir diğer ucundan, İsrail tankları ile Filistin halkı arasında durabilmek için kalkıp gelmiş ve neticede Filistinli bir doktorun evini yıkmaya giden bir İsrail dozerinin önüne yatarak yaşamını yitirmiştir. Bu ne yüce bir yürektir, ne yüce bir barış anlayışıdır? Gerçekten saygı duyuyorum kendisine. Dil, din, millet farkını umursamadan, evrensel barış için, zayıfların yanında durabilen, hatta onlar için canını verebilen bir insan! Onun gibi bir insanın geçmişte de olsa yaşamış olduğunu ya da onun dünya görüşünü paylaşan başka yürekli insanların şu an yaşıyor olduğunu bilmek beni gerçekten yüreklendiriyor. Doğru kelimeleri bulamayıp, onu doğru ifade edemeyecek olmam korkutuyor beni sadece. Bence sayfalar dolusu övgüyü hak ediyor. 23 yaşındaki kaç insan böyle bir işe kalkışmaya cesaret edebilir ki? 23 yaşındaki kendimi ilk defa bu kadar derinlemesine sorgulamama vesile olmuştur bu yürekliliği. Evet, Filistine gidip çocuk yaşında öldürülen masumların yanında, İsrail toplarına, tüfeklerine karşı duramam. Elimde böyle bir fırsat olsa dahi duramam. Onlarla hem aynı dini, hem de yakın coğrafyaları paylaşıyor olmamıza rağmen duramam, korkarım. Kendim için değil kesinlikle, arkamda bıraktıklarım için korkarım. İşte en çokta bu yüzden ona saygı duyuyorum. İnşallah mutlu bir şekilde veda ettin dünyaya. Ve inşallah gülümsemen benim aklıma takıldığı gibi, kana susamış canilerin de aklından hiç çıkmaz.

Hani İsrail Filistin halkını terörist diye öldürüyordu. Ama Rachel Corrie bir Hıristiyan dı peki İsrail neden onu da öldürdü. Bu o katil ülkenin kana susamışlığını ve hayvanlığını gösteriyor. Rachel Corrie’in ölümüne hiç kimse sahip çıkmadı. Vatandaşı olduğu, özgürlükler ülkesi(!) Amerika’nın sesi çıkmadı o gün. İsrail ise her zaman ki gibi bu vahşete de kaza süsü verdi. Çünkü Amerika ve İsrail !!!ÖZGÜRLÜKLER İÇİN SAVAŞIYORDU!!! Binlerce Rachel’i bu uğurda acımadan katlediyorlardı. Kendimden utanıyorum Rachel kadar olamadığım için. Kardeşlerim orda can çekişirken ben burada rahatça yaşadığım için. Affedin beni Filistinli kardeşlerim, affet beni Rachel. ( itü sözlükten yarralanıl mıştır.)

15 Ocak 2009 Perşembe

Arkadaşlar dün gece annemle aynı kiloda olduğumu öğrenince, spor yapmaya karar verdim. Bu günde başladım. İnşallah her zaman yaptığım gibi iki gün sonra bırakmam sporu. Sabah erkenden kalktım açlığımı bastıracak kadar bir şeyler yedim ve yarım saat hızlı tempo yürüdüm. Alet yanlış söylemiyorsa 85 kalori yakmışım. Daha fazla yürüyemedim sıkıldım, olduğun yerde yürü dur sıkılıyor insan. Yarın inşallah bir saat yürüyeceğim. Azar azar her gün süreyi artıracağım. Bakalım beklide ikinci dönem zayıf bir Betül olarak karşınıza çıkarım:).

14 Ocak 2009 Çarşamba

Teyzeleri İkna Çalışmaları

Dün huzurevinde bir sürü teyze ile tanıştım. Hepsinin bir birinden ilginç hikâyeleri var. Onlarla sohbet etmek çok zevkli bir şeydi. Ayşe teyze var Rizeli. Konuşması da tam Karadeniz şivesi ile çok şeker birisi. Okulumuzun Mecideyeköy de diyince çok sevindi. Gençliğinde çok gezmiş Mecideyeköy de. Çevre pastanesi var bilirimsiniz diye sordu bilmiyoruz diyince. Bak sizi sevmedim şimdi. Nasıl gençlersiniz insan bilmez mi:) diye bizi azarladı. Ayşe teyze pasta, börek çok severmiş, halinden bellide oluyor zaten tonton bir teyze. Teyzeler maşallah tüm üniversiteleri biliyorlar. Çünkü sürekli sosyal sorumluluk projesi kapsamında birçok üniversiteden öğrenciler geliyormuş, özellikle Sabancı ve Yeditepe’den. Huzurevi Yeditepe’nin çok yakınında. Teyzelerime dönelim çok süslü teyzeler var. Bir görseniz topuklu ayakkabılar, kolyeler şıkır şıkır giyinmişlerdi aktiviteye gelirken:). Başka bir teyzem elinde voltmen takmış kulaklıkları müzik dinliyordu. Yeni nesil’in nineleri de bir değişik oluyor anacığımJ. Neyse aktiviteler için altı teyzeyi ikna ettik. Gitmemek için çok nazlandılar. Sizde gelirseniz gideriz dediler. Sonunda altı teyzeyi aldık gidiyoruz. Yolda biri vazgeçti, ikna edemedik geri odasına çıkarttık. Geriye kalanlarla ahşap boyama atölyesine gittik. Teyzeler işe koyuldu. Hocaları bize bir liste verdi bunları da getirin diye. Biz atölyeden çıkarken Zeliha teyze de peşimize takıldı o da vazgeçtiL. Hızlı başladık ama çabuk söndük altı kişiden dört kişi kaldı. Bunların ikisi zaten çalışmalara sürekli katılıyorlarmış. Neyse yılmak yok yola devam:)). İlk günden iki kişi fena değil.

13 Ocak 2009 Salı

Darülaceze

Yaşlıları çok seviyorum. Tonton nineler, dedeler canlarım benim:) bugün Kartalda ki Darülacezeye gittim. Kurumun bahçesine girdiğimde bir huzur sardı beni, gerçekten huzur verici bit yer. Bahçesi ve binaları çok güzel, görevlileri sevecen idi. Ben ve arkadaşım huzurevinde gönüllü çalışmak istiyorduk. Bizi kurumun yönetimine yönlendirdiler. Tevafuka bakın yönetici bizim okulun psikoloji bölümünden mezunmuş. Bizi dinledi ve talebimizi kabul etti. Teyzeler ile sohbet edip, onları aktivitelere teşvik etmek ve odalarına saklanan sakinleri, diğerleri ile kaynaştırmak ilk görevimiz. Çalışan psikologlar aktiviteler için ikna ediyorlarmış ama teyzeler kaçıyorlarmış:). Sürekli birinin onlara eşlik etmesi gerekiyormuş. Psikologa göre bu aktivitelere katılmaları çok önemli, orada iş yaparken sıkıntılarını unutuyorlar bu da onların sağlığı için çok önemli diyor. Görevlilerin tüm çabalarına rağmen odasından çıkmayanlar varmış. Onlarla da ilgilenmemizi istediler. Aslında orada çalışanlar da çok güler yüzlü ve sıcak davranıyor sakinlere ama neden öyle oluyor anlamadım. Teyzelerin yanına çıktığımızda çok güzel bir manzara ile karşılaştık. Bakıcılar ve teyzeler oturmuş sohbet ediyorlar, gülüşüyorlardı. Bu durum karşısında çok mutlu oldum. Çünkü ben birçok kere Okmeydanı’nda ki huzurevine gitmiştim ve her gitmemde bir hafta etkisinde kalmıştım. Orası çok üzücü durumda, sakinlerin çoğu yatalak hasta ya da akli dengesi bozuk insanlar. Çalışanlar da çok ilgisiz ve soğuk. Ben gittiğimde bile sorduğum sorulara doğru düzgün cevap vermiyorlardı. Kendi başıma rast gele ziyaret ettim sakinleri. Binalar eski olduğu için kasvetli bir havası vardı. İki yer arasında ki en önemli ve büyük fark ise, Okmeydanı’nda akli dengesi yerinde olan ve akli dengesi bozuk olan kişilerin aynı odaya koyulması. Okmeydanı’nda sağlam olan sürekli diğerinin yanında kala kala onunda psikolojisi bozulmuş. Bir odaya girmiştim teyzenin biri yatalaktı ama akli dengesi yerindeydi. Odadaki diğer dört kişi akli dengesi bozuk insanlardı. Akılı yerinde olan teyze ben çok sıkıldım, kimse beni dışarı çıkarmıyor. Bu delilerin yanında bende delireceğim, kızım beni dışarı çıkarırımsın demişti. Hâlbuki Kartaldaki gibi odaları farklı olsa, iki kişi içinde en sağlıklısı bu değil mi? Okmeydanı da bunu görevlilere söylemeye cesaret bile edememiştim. Ama Kartal’da ki görevliler;’sakinlerle konuşurken size bir sıkıntılarını söylerlerse lütfen bize bildirin. Belki bize söylemiyorlardır’ dediler. Bu gün konuştuğum teyzelerden hiçbiri şikâyetçi değildi. Her şeyden çok memnunlardı. ( teyzenin birinden bir şikâyet duydum o da herkesin çamaşırlarını bir arada yıkanması ve bazen kıyafetlerin karışması idi.) sürekli çalışanlara dua ediyorlardı. Hatta Dizdar teyze odasına orada çalışan iki hemşirenin fotoğrafını asmış. Dizdar teyze beş yıl felçli kalmış, şimdi durumu çok iyi ayakta. Diyor ki;’ Allah’ın ve burada ki kızlarımın sayesinde ayaktayım. Kendi çocuklarım bu kadar ilgilenmez benimle’. Hepsi çok şükür kocaman bir ailem var burada diyorlar:) Ne güzel bir şey değil mi?


Neyse çok uzun oldu. Daha çok anlatacak şey var gerisi yarın…

12 Ocak 2009 Pazartesi

Özel okul öğrencisi olduğum için sürekli bir eziklik var üzerimde ve atamıyorum. Özel okula gidiyorum derken kendimi kötü hissediyorum. Cumartesi günü bunu fazlasıyla yaşadım daha doğrusu yaşattılar. İngilizce kursum başladı geçen cumartesi Bilgiden iki arkadaşımla birlikte yazıldık ve aynı sınıf a düştük. Tanışma merasiminde herkes kendinden bahsetti. Sınıfın çoğu İstanbul ya da Boğaziçi Üniversitesi mezunu çıktı. Sıra bize geldiğinde üçümüzde tanıttık kendimizi ve sonunda şöyle bir soru geldi;
Bilgi özel değil mi?
Evet özel.
Burslu musunuz?
Hayır değiliz.
Hıımm. Öylemi
Okulunuz nerede?
Bizim bölümlerimiz Kuştepe de.
Aaa Kuştepe de okul mu olur.
Sınıf da kilerin bakışları değiş ti bize karşıJ Hatta bir ara kızın biri; bazıları eşek gibi çalışıyor gene de giremiyor üniversiteye, bazıları da parayı basıyor giriyor. Dedi güya kısık sesle söyledi ama bize duyurdu. Akşam eve döndüğümüzde arkadaşlarla keşke yalan söyleye bilseydik. Bursluyuz deseydik diye düşündükJ.İlk gün böyle geçti ama ikinci gün çok güzeldi herkes birbirine alıştı. Dersler daha eğlenceli geçmeye başladı. Üniversiteye başladığım günden beri sınıfın en küçük öğrencisi hep ben oldum, burada da en küçük benimJ

7 Ocak 2009 Çarşamba

TATİL

Okulu kış günü tatile çıkınca insan sıkılıyor. Birde sadece onu okulu tatildeyse, arkadaşlarını okulu daha bitmediyse daha da çok sıkılıyor. Bu gün çıkayım gezeyim diyorum ama gözüm kesmiyor hem soğuk hem de kimse yok. Evde oturmaya alışık olmayınca insan bunalıma giriyor. Bende annemin peşimde onun arkadaş toplantılarına gidiyorum. O da ayrı bir olay zaten muhabbetler hiç sarmıyor beni. Evde oturmak zormuş bu tatilde iyi anladım bunu. Annem ve arkadaşlarının çok büyük dertleri var sormayın. Ben elişi yapmayı bilmiyorum. Aman Allah’ım başıma kaka kaka bir hal oldular. Neyse sonunda lif örmeyi öğrendim. Bir lif’i bir hafta da ördüm çünkü çok sıkıcı ve yorucu geldi bana. Ellerime kramplar girdi. Sonu da öğrendim ama baktım ben yaptıkça annemler yeni şeyler çıkartıyor. Tamam, onlarında dediği gibi öğrenirsem bir şey kaybetmem ama bu işler uzun sürüyor, ben sıkılıyorum. Birde ördüğünü gören bana da yaparsın bir tane diyor;) Hayırda diyemiyorsun şimdiden 3 lif sözüm var. Diğer örgüleri de öğrenirsem başıma bela alırım en iyisi bulaşmamak: D Zaten az kaldı İngilizce kursuna yazıldım dört gözle açılmasını bekliyorum:D

1 Ocak 2009 Perşembe

HANZALA






















Hanzala - Naci el Ali Naci el-Ali Hanzala’yı cizmistir Hanzala Filistin’e sadıktır.Filistinli çizer Naci el-Ali’nin Hanzala’sı İsrail’in vahşet ve yıkım politikasından doğmuş bir çocuktur, diş görünümünün, onu mülteci kaplarının diğer çocuklarından –Zeyneplerden, Muhammedlerden, Fatmalardan ayıran- belirgin hiçbir özelliği yoktur. Besili, şımartılmış ya da rahat bir çocuk değildir Hanzala. Tıpkı kamp arkadaşları gibi yalınayak, çirkin, bakımsız ve kirpi saçlı bir çocuktur. 10 yaşındaki bu çocuğu diğerlerinden ayıran, onun “negatif” ve küskün biri olmasıdır. Bağladığı elleri arkasında bu çocuk Amerika ve İsrail’in bölgedeki politikalarını ve önerdikleri “çözümü” protesto etmektedir. Hanzala elini bağlamaktadır, buna Henry Kissinger’ın Filistin politikasını öğrendiğinde karar vermiştir.
Hanzala’yı mülteci çocuklardan ayıran, onun bize sırtını dönmesidir. Negatif bir kişiliktir o; reddeden biri ve reddettiği sadece Amerika ve İsrail’in politikaları değildir. Hanzala nadiren yorum yapan ve eyleme geçen bir tanıktır; bazen onu bir taşa uzanırken ya da taş fırlatırken de görürüz, ama eses olarak Filistin’de olup bitenleri izlemektedir. Filistin mücadelesinin direnişçi unsurlarını ve Arapların acısını temsil etmektedir, ama bir yandan da Arapların bölünmüşlüğünü ve Filistin halkının acılarına kayıtsızlığını eleştirmektedir. Arapların sessizliğine, İsrail’in işlediği savaş suçlarına, dünyanın ikiyüzlülüğüne ve Arap yönetimleri ile FKÖ içindeki yozlaşmaya da sırtını dönmüştür. Doğanın kanunları Hanzala üzerinde etkili değildir, çünkü o 10 yaşında doğmuştur ve her zaman o yaşta kalacaktır. Hanzala’nın büyümesinin, 10 yaşını geçebilmesinin tek koşulu onun Filistin’e dönebilmesidir. Hanzala bu bakımdan, diğer kamp çocukları gibi, çizeri Naci el-Ali’nin acısını da temsil etmektedir. Naci el-Ali, 1948’de, on yaşındayken ayrılmak zorunda kaldığı Celile’deki köyüne dönememiştir. Tıpkı büyümesi gibi, Hanzala’nın yüzünü görebilmemizin de bir koşulu vardır: Okur, onun yüzünü ancak Arap halkı özgürlüğünü ve tehdit altındaki haysiyetini yeniden kazandığında görebilecektir.
Naci el-Ali 1987’de Londra’da MOSSAD tarafından öldürüldüğünde İngiltere, İsrail ve Filistin yönetimlerinin hepsi olayın örtbas edilmesinde pek istekli davrandılar. “Maskeliler” ve “göbekliler”, yirmi yil boyunca kendileriyle mücadele eden “negatif” bir çocuktan kurtulmuşlardı. Naci el-Ali kederin kalbini sarmasına izin vermeden öldü, ama Hanzala hala bizi korkaklıktan, geri adım atmaktan ve “göbeklilere” teslim olmaktan koruyabilir. Naci el-Ali’nin Hanzala’sı bize galiba bir şey daha söylüyor: Hepimiz çok daha ağır yenilgiler yaşamış olduğumuza inanmış olabiliriz, ama bir çocuğun suratımıza bakmayı reddetmesi de yabana atılacak bir yenilgi sayılamaz.
Ölümünden sonra Naci Ali “kanı ile Filistini çizen bir sanatçı” olarak tanındı..geride 40 bin eser ve bu eserlere yüzünü dönmüş bir Hanzala bıraktı..Hanzala hep on yasındadır..çünkü o da on yasında vatanından kopartılmıştı..Hanzala kendini söyle tanımlar..”ben Hanzala..babamın adı önemli değil..annemin adı ise Nakba.(İsrail’in Filistin’i işgal ettiği 1948 de büyük felaket günü demektir Nakba..) kız kardeş im’in adı Fatma.. Ayakkabı numara’mı bilinmiyor. Çünkü ben hep yalınayak dolaşırım.