25 Şubat 2009 Çarşamba

Bread's Smell






Sometimes I am thinking to smell of freshly baked bread. I guess sacredness of bread is about its smell. Smell of freshly baked bread is very different smell. Like from an other world. When I was a child I have asked everyone “Do you like smell of bread?” Except one person everyone have said: Yess, of course, it is very sacret smell. One exception was “bakery” I have asked him: Wow, it should be really enjoyful job,you can smell bread everytime. He said: No, it is not enjoyful, and now I can not take the smell of bread, I guess I have became addicted. So, I have been really upset, and suprised. When I smell of freshly baked bread I go to peerless place. In this place firstly I visit people who work in field, and I became aware of their tragic. Than I turn to a little seed of spike. My jurney continues to a spacil grinder on this grinder I grain myself. My aspect modify, but still my individuality is same. Now I’m read to became a bread.

Sometimes I quicken in hands of baker; sometimes in hands of women who life in a villiage...

23 Şubat 2009 Pazartesi

Okuma'nın Yaşı Yok

Ben bir öğretmenim, öğrencim ise 65 yaşında bir teyze. Öğretmenlik hayatım geçen hafta Salı günü başladı. Huzurevinde ki teyzelerimden biri olan Fatma teyzemin, okuma yazma bilmediği için üzüldüğünü gördüm ve isterse ona okuma yazma öğretebileceğimi söyledim. Çok sevindi. Fatma teyzem yedi yıl önce okuma yazma kursuna gitmiş. O zamanlar okuyormuş ama zamanla unutmuş. Geçen hafta harflerden başladık. Harflerin çoğunu biliyor ama yazamıyor. Ben de ödev vermiştim, defterine harfleri yazmıştım ve bunları söyleyerek tekrar tekrar yazmasını istemiştim. Cumartesi gittiğimde gördüm ki her öğrenci gibi oda ödevini yapmamış. Yapmamasının nedeni de kaleminin olmaması. Neyse bir kalem verdim, bir dahaki gidişime yapacak inşallah. Oda arkadaşına da tembih ettim ödevini yapsın diye:). Cumartesi giderken yanımda büyük yazılı bir hikâye kitabı götürmüştüm. Bildiği harflerden oluşan kelimeleri okutmaya çalıştım. Fatma teyzenin okuma tekniği; mesela ‘gel’ kelimesini okurken, ‘g’ nen ‘e’ ‘ge’, ‘e’ len ‘l’ ‘el’ ‘gel’ aynen bu şekilde sesli olarak düşünüyor ve kelimeyi çıkarıyor. Bazen de harfin söylenişini bula bilmek için, o harfle başlayan bir kelime söylüyor, sonra harfi buluyor ve devam ediyor. Ama uzun kelimeler olunca işimiz karışıyor. Kelimenin başını çözüyor sonuna gelince başını unutuyor. Götürdüğüm kitabı da bıraktım söz verdi çalışacak, yapamadığı yerlerde de orda çalışanlara soracak.

Fatma teyzem okula kısa bir süre gitmiş ama anıları bitmiyor:). Bir gün öğretmen tahtaya ‘ baba gel’ yazmış. Fatma teyzeye oku demiş. Fatma teyze ‘baba gel’ cümlesini okuyunca, babası okula gelecek sanmış korkmuş. Aceleyle çantasını toplamış ve sınıftan çıkmış:). Bu olay olduğunda Fatma teyze 58 yaşındaymış. O zaman babası ölümüydü, sağ mıydı bilmem ama Fatma Teyze üzerindeki etkisine bakar mısınız?

20 Şubat 2009 Cuma



Dün saat akşamın dokuzu zil çaldı. İki kuzenim hadi gidiyoruz diye çağırdı. Nereye olduğunu bile söylemediler. Bir baktım Kadiköydeyiz neyse biraz gezdik falan derken .Meğer önceden sinemaya bilet almışlar aslında onun için gelmişiz. Israrla filimin adını söylemediler. Salonun önüne gelince anladım ki Recep İvedik. Amann gıçıklar sevmediğimi bile bile yaptılar bunu. Film vizyona girmeden önce muhabbet ediyorduk ve ben Recep İvedik2’ye gitmeyeceğimi söyledim. Birincisine gitmiştim evet gülmüştüm ama çıkışta kendimi aptal gibi hissetmiştim. Adam küfür etmişti ve ben gülmüştüm. Bu yüzden ikiye gitmeyecektim. Büyük bir emrivakiyle, biletlerden önceden alındığı için girdim. Recep İvedik2 bir den de kötüydü. Bir iki yerinden başka güldüğüm yeri yoktu, baştan sona argo ve cinsel imalar la doluydu. Dikkat ettim salonda da komedi filmi havası yoktu ,çok gülünmedi.Birincisin de daha az argo vardı ve çok daha komikti. Recep İvedik’in kısa filmlerini izliyorum, güzelde ama filimde çook fazla argo ve küfür kullanılmış… Evet argosuz espri olmuyor ama bu kadar fazla olunca da hiç hoş olmamış.

9 Şubat 2009 Pazartesi

Sınıf Buluşması

Arkadaşlar yaşamımızın ayrılmaz bir parçasıdır. Biz onlarsız, onlar bizsiz yapamazlar. Benim için tüm arkadaşlarım önemlidir ama ilkokul arkadaşlarımı daha ayrı tutardım. Aslında hâlâ öyleler, bu günlerde içlerinden bazılarına kırgınım. Bundan bir hafta önce ben ve bir arkadaşım sınıfımızı toplayalım, hazır okullarda tatil oldu dedik. Bu buluşmayı her yıl yaparız ama belli kişilerle. Bu sefer ki daha büyük olsun tüm sınıfa ulaşalım dedik. Facebook nimetinden faydalanalım bütün arkadaşlarımızı bulalım diye düşündük ve başladık. Geneline ulaştık, hepside sınıfı çok özlediklerini, bir gün buluşalım çok güzel olur dediler. Buraya kadar çok güzeldi. Arkadaşımla çok sevindik ve bir heves yeri, zamanı belirleyip davetiye gönderdik. Bazılarına telefonla haber verdik. Aldığım ilk cevaplardan biri ‘kimse gelmeyecek gör’idi. Aslında bende endişeliydim herkesin geleceğinden ama sürekli, hepsi gelecek inanın diye hem kendimi, hem de arkadaşlarımı inandırdım. Davetiyelere cevaplar gelmeye başladı. Bir kız arkadaşım dan aldığım cevap’ yaa bilmem gelmem herhalde’ oldu. Tam bir hayal kırıklığı, iki kişiden daha benzer yanıtlar geldi. Sonradan okulu bitmeyenler, çalışanlar, canı istemeyenler derken teker teker olumsuz cevaplar yağdı. Buluşalım ne güzel olur diyenler birden vazgeçtiler. En son altı kişi kaldık, buluşma arifesi yurtdışından bir arkadaşımız gelecekti son anda bir sorun çıkmış gelemeyeceğini bildirdi. Sonra birinin kolu kırılmış, birinin misafiri gelmiş, birinin de önemli bir işi çıkmış gelemeyeceğini söyleyince, bir baktık ki buluşmayı ayarlayanlar ben ve arkadaş kaldık. Bizde iptal ettik. Yani tam bir PR faciası oldu:) . Bütün hevesim kırıldı ve büyük hayal kırıklığı oldu. Bazılarının gerçekten işleri vardı onlara bir şey demiyorum ama bazıları için sekiz yılın hiç hatırı kalmamış onu anladım ve üzüldüm:(...

5 Şubat 2009 Perşembe


Canım sıkılıyor, balkondan dışarıya bakıyorum. Sokaktaki çocukları izliyorum. Ne kadar mutlular. Tabi güneşi gördüler evlere sığarlar mı hiç, atmışlar kendilerini sokağa, doyasıya eğleniyorlar. Bir yanda top oynayanlar oğlanlar, bir yanda ip atlayan kızlar, bir yanda kavga eden haylazlar. Bir yanda da bisiklete binenler. İşte hayatın en zevkli anları, tek derdinin misket oyununda kökülmek, bisiklet yarışında yenilmek ve akşam ezanının okunmasıyla eve girmek zorunda kalmak. Ne zaman büyüyeceğim ve istediğim saatte eve girebileceğim diye düşünürsün o zamanlar. Ama bilmezsin ki büyüdükçe küçülmek isteyeceğini. Büyüdükçe bu günleri özleyeceğini. O bisiklete binen çocukları izlerken birden çocukluğuma gittim. Ne kadar çok bisiklete binerdim. Mahallede benden iyi bisiklete binen yoktu. Yarışlar yapardık, pikniklere giderdik bisikletlerle. Piknik alanımızda dört sokak aşağımızda yolun kenarındaki yeşil alandı. O kadar çok zevk alırdık ki orada yaptığımız piknikten. Hayaller kurardık, büyüyünce daha uzak ve güzel yerlere piknik yapmaya gideceğiz diye. O zamanlar hayallerini kurmak bile yeterince mutlu ediyordu bizi. Şimdi sene içinde bir araya geldiğiniz gün sayısı sayılıdır, bazıları ile hiç görüşemiyoruz. Buda eski günleri ve gerçekleşmese de kurduğumuz hayalleri özlemeye yetiyor. Çocukları izlerken, birisi bisikletten düştü ve bisikletinin pedalı kırıldı, acıyan canına değil de kırılan pedala nasıl ağladı anlatamam. Onu izlerken babamın bisikletimi getirdiği günü hatırladım. Kırmızı bir bisikletti, o kadar çok sevinmiştim ki üstünden hiç inmek istemiyordum. İlk zamanlar boyum zor yetişiyordu, düşe kalka da olsa biniyordum gene de. Geçmişin hayallerinden kurtulup havaya baktım çok güzel tam bisiklete binme havası dedim. Halam ve kuzenimin elalem ne der, kazık kadar kız bisiklete mi biner sözlerine aldırmadım ve çıktım biraz bisiklete bindim:).Bisiklete binmek benim için ayrı bir zevk çok seviyorum, sanırım hiçbir zamanda değişmeyecek bu. Ama eskisi gibi de binemiyorum çabuk yoruluyorum yaşlandım galiba:).

4 Şubat 2009 Çarşamba

İslami Eserler Müzesi


Tüm padişahlar Kuran-ı kerime , İslama olan saygılarını ve sevgilerini çeşitli şekillerde eserlerle göstermişler ve bizlere bırakmışlar. Kuran-ı kerimi muhafaza amaçlı değerli taşlarla bezenmiş, ihtişamlı kutular yaptırmışlar. Kuran-ı kerime harika ciltler yaptırmışlar, elle birçok Kuran yazdırmışlar. İhtişamlı rahleler ve bunu gibi birçok eser yaptırmışlar. Peygamber efendimize ait eşyaları, efendimizin yakınlarının ve sahabelerin eşyalarını, Kâbe’nin değiştirilen parçalarını, diğer peygamberlere ait eşyaları hepsini toplamış ve çok güzel muhafaza etmişler. İslami Eserler Müzesinde resim bölümü de var koca koca portreler yaptırmışlar. Fatih Sultam Mehmet’le ve Abdülhamit’le fotoğraf çekildim. Güzel bir duyguydu:).
Kutsal emanetlere duyulan saygıdan dolayı Topkapı Sarayında, bu eserlerin temizliği sırasında çıkan tozları avluda bulunan küçük bir kuyunun içine atarlarmış. O kuyunun ağzı da sürekli kilitli tutulurmuş.

Bu arada bu müze kartlarını çıkarmayı akıl edenlerden ve çıkaranlardan Allah razı olsun:). Kartı alırken ödenen cüzi para haricinde müzelere beleş giriyoruz:).

2 Şubat 2009 Pazartesi

Osmanlı ne müthiş bir imparatorluk, hayranım ona. Bu gün bir kez daha, keşke Osmanlı döneminde yaşasaydım dedim. Topkapı Sarayına gittim. Oraya he gidişimde aynı heyecanı yaşıyorum. Allah’ım ne güzel bir yer. Geçerken duvarına dokunduğumda bile içim bir tuhaf oluyor. Taa Osmanlı dönemine gidiyorum, hayallere dalıyorum. Sarayın bahçesinde dolaşan bir genç kız oluyorum. Kim bilir o duvara kimler dokundu. Ben nesneleri dokunarak hissediyorum, görmek yetmiyor. Dokunduğum da ayrı bir haz alıyorum. Bu duydu çok değişik anlatamıyorum bile. Müzedeki bütün eserlere dokunmak istedim ama yasakL. Yanlış olduğunu bile bile bir esere dokundum ve anında görevliden uyarı aldımJ. Velhasıl o mücevherler, o kıyafetler, kılıçlar, her şey mest etti beni. Atalarımız, dedelerimiz ne ihtişamlı, ne zevkli insanlarmış. Su içtikleri kaptan tut anahtara kadar elişinin, sanatın en güzel örmeklerini görüyoruz. Mücevherlerin bulunduğu bölümü hayranlıkla gezdim. Kaşıkçı elması off, insanın gözlerini kamaştırıyor, ondan gözlerini alamıyor insanJ. Padişahların kıyafetleri, onlarda ayrı bir güzel, çok büyük ve ihtişamlılar. Hep söylenir ya, eski insanlar uzun ve iriymişler, nesiller ilerledikçe kısalıyor ve küçülüyor insanlar derler. O koca kıyafetleri ve kılıçları görünce bu söze hak veriyor insan. Ancak iri bir insan onları taşıya bilir.

Sadece birkaç bölümü ziyaret edebildik ama o bile epey vaktimizi aldı. Her yeri göremeden ayrılmak zorunda kaldık ama en kısa zamanda geriye kalan bölümleri de ziyaret için tekrar gideceğim.